SİMERANYA’YA ULAŞMAK

Anahtar Kelimeler: Alija, Özgürlük, Paganizm, Varlık Tasavvuru

Varlığın dinamizmi bizi bugünlerde farklı kavram ve olgular ile karşı karşıya bırakmaya devam ediyor. Toplum, kılcal damarlarından en üst otorite birimi olan devlete varıncaya kadar ciddi bir evrimleşme sürecinde. Ulus-üstü olgusunun, devlet ilişkileri ve bürokratik yapıyı derinden etkilemesinden ziyâde çok farklı ve baskın bir şekilde toplumda karşılığını bulmaya başlaması insanoğlunun oldukça geniş ve tek tip bir arka planda sentezlenmesi ile kendini gösteriyor. Teknoloji, iletişim ve ulaşım altyapısının her geçen gün artan hızla gelişmeye başlaması küreselleşmenin farklı etkilerini gün yüzüne çıkartmaya devam ediyor. Haddizâtında kökü asırlar öncesine dayanan küreselleşme, ticaret yolları üzerinden kültürel bir alışverişe aracı olurken bugün nükleer savaş zemininin verdiği çekinceler dolayısıyla ideolojilerin yok edilip, zihinlerin işgal edilmesi ile tepeden inmeci bir mobilizasyonu tercih etmek yerine tabandan bir mobilizasyon sürecini, kalpleri, zihinleri yönetmeyi hedeflerken projeler bu düzlemde oluşturuluyor. Çeşitli toplumsal mekânizmaların bireylerin farklıklarından ortak bir kültür ve yaşama alanı oluşturmasından, ‘bireyci ve ben-merkezli’ toplum yapısına geçişin hem kaynak kıtlığına hem de sürdürülebilirliğin idâme ettirilememesine neden olması ile birlikte yeni bir ulus-üstü modelin geliştirilmesi, ortak bir toplum modelini metafizik bir arka planda kurgulamayı hedeflemekte. Bu doğrultuda kökü çok eskilere dayanan bir din/dinsel gelenek grubu olan Paganizm’in ‘Modern Paganizme’ dönüşme süreci sosyal yaşamın her alanında kendine yer bulmaya başlıyor.

Toplumun sosyolojik açıdan arazlar üzerinden geçirdiği değişim çeşitli semboller aracılığı ile gerçekleştiği için sözü edilen Paganizm’i ârî bir dinî bir unsur olarak ele almak konumuzu inkıraza uğratabilir. Semboller üzerinden bir etkileşim süreci içerisinde bulunma sonrası Pagan ayinlerinden ve özelliklerinden belirli nüansları toplumun yeniden kurgulanması esnasında tespit etmek mümkün olabiliyor. Dolayısıyla gündelik yaşantımızda kendi sosyo-kültürel bağlarımızdan ayrılarak belirli pagan sembolleri üzerinden olayları yorumlamak, olaylar karşısında tepkilerimizi göstermek, kısır döngü içerisinde mütenâkıs saptamalara yol açıyor. Sözünü ettiğimiz bu husus her geçen gün farklı tezâhürlerini bizlere gösterirken en belirgin biçimde ise kaybettiklerimizi yâdederken hissediliyor.

YOK OLUŞ

19 Ekim 2003 tarihinde irtihâl-i dâr-ı beka eyleyen merhum Alija İzetbegović’in 17 yıl sonra bizler için ardında bıraktığı ve işaret ettiği değerlerin anlaşılması ve tabi ki yaşatılması, gösterdiği mücadelenin karşılığını vermek adına en doğru edim olacaktır. 17 yıl içinde birçok kez çeşitli programlar ve konferanslar ile andığımız Alija’nın günümüzde doğru anlaşılmadığı ve sadece sembolik, mahdut bir nesneye dönüştürülmesi söz konusu. Post-modern dünyanın yeni sömürge aracı olan romantizm ile aslında içerisinde pagan ayinlerinden izler taşıyarak, Alija’nın değersizleştirilmesi ve silikleştirilmesi maalesef kaçınılmaz oluyor. Pagan ayinlerinin çeşitli sembollerini vazgeçilmez bir propaganda aracı yapmak hangi açıdan bizleri evrensel doğruya, adalete, bilgiye ulaştıracak olmasının barındırdığı büyük soru işaretlerini görmezden gelerek gün geçtikçe Alija’yı kaybediyoruz. Bu hatadan nasıl dönmemiz gerektiğini daha sağlam temeller üstüne oturtulan bir analiz ile tahlil etmeden önce nerelere takılıp kaldığımızı gözden geçirmemiz gerek.

  • Paganizm aslında bir din değil, dinler sistemidir. Çatısı altında muhtelif dinler mevcuttur. Dolayısıyla barındırığı dinlerden belirli nüansları sentezleyerek ortak bir davranışsal kaideler meydana getirir. Dolayısıyla İslâm’ın kendi içinde barındırığı değerlerin haiz olduğu ilke ve mânâlar da anlamını yitirebilmektedir. Paganların ölüm ve ölüleri anma törenleri şenlik havasında gerçekleşir ve aslında modern düşüncenin bir ürünü olan üstün insan aklı metafizik alemi yok sayarak ölülerini yaşatmaya çalışır. Ancak İslâmda ölüm, bir ibret ve kaçınılmaz bir dönüştür. İslâm şehircilik anlayışında mezarlar, şehir merkezinde yer alır ve insanoğluna asıl ait olduğu, döneceği yeri hatırlatır. İslâm’da mezarlık ziyaretlerinin sıkça yapılması ölülerin ruhlarını rahatlatmak amaçlı yapılsa da asıl istenilen dirilerin ölümü hatırlayarak ibret alıp yanlışlarından dönmesidir.
  • Paganizm, kutsama geleneğine sahiptir. Sadece Tanrının ve insanın değil, var olan canlı/cansız tüm nesnelerin kutsanması ve değer görmesi söz konusudur. Hiçbir dinin saçma olmadığı ve birden fazla Tanrıya inanma geleneğini barındıran Paganizmin kutsamacı anlayışı, müslüman toplumlarda bir karşılık bulamamaktadır. Bu karşılıksızlık durumuna rağmen oluşturulan ‘sözde İslâmi kutsallar’ müslümanların sahip olması gereken aslî değerleri(adalet, hayır, doğruluk vb.) silikleştirmekte ve anlamsızlaştırmaktadır.
  • Üstelik Paganizmin ‘evrenin kimin yarattığı konusunda yapılan tartışmaların gereksiz olduğu’ anlayışı, yeni kutsallar oluşturulmasına ve kutsallar karşısında bireylerin tapınmacı rol üstlenmesini kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla günümüzde toplumlar arası değerler çatışması değil, oluşturulan kutsalların dayatması ve hangisinin hâkim olacağı mücadelesi söz konusudur.

DOĞRU AN(LA)MAK

Toplumda karşılık bulan birçok Alija İzetbegović portresi bulunuyor. Hangisinin ne derece öneme sahip olduğu, kullanım alanlarının neler olduğu ise gündelik sığ politikaların perspektifinden idrak edilmeye çalışılıyor. Machiavellist anlayış doğrultusunda bilgi pragmatistliği ile herkes farklı bir Alija resmetmekte ve topluma servis etmektedir. Aristocu anlayışa göre saatçi saati yapar ve gerisine karışmaz, saat kendi çalışmaya devam eder. Ancak eksik kalan bu döngüyü anlamak için İslâmın varlık tasavvuru gereken noktaları ortaya koyar. Allah (C.C.) kâinatı yarattıktan sonra statik bir evren konumlamamıştır. Yaratılan varlık, bir dinamizm içerir ve evren her gün yeniden yaratılır. Varlığın bu dinamizmi metafizik anlamda kalmamakla birlikte toplumsal boyutta da karşılığını bulmaktadır. Alija’nın, karşılarında erdemli durarak mücadele ettiği düşünce yapısı ve kişiler bugün farklı veçheler ile varlığını sürdürüyor. Biz ise kısır ve statik bir portreyi tercih ederek aslında bu dinamizme karşı durarak ilâhi düzeni yok sayıyoruz. Değişimi yakalamak ve değişime ayak uydurmak ikilemi arasında kültürel kodları yozlaşmış ve bağlarından kopuk olmayı ifade eden değişime ayak uydurma tercihinden değişimi yakalamaya evrilmek toplumsal kalkınma ve aydınlanma yolunda rehberlik yapacaktır.

  • Değişimi yakalayan, değişimin ruhuna sahiptir. Varlığın dinamik ruhunu içselleştirerek, İbn-Haldûn’un reel politik bakış açısı ile çürümeye mahkum refah toplum yapsının korunması, değişimi yakalamak ile mümkün olmaktadır. Kâinat her gün yeniden yaratılıyorsa, en doğru ve aklî, ahlâkî kulluk vazifesi bu değişime cevap vermek olacaktır.
  • Değişime ayak uydurmak ise bireye uygulayıcı bir rol biçmektedir. Ancak bireyin tam anlamıyla özgürlüğü hissedebilmesi için gerçek bilgiye ulaşması, gerçek bilgiye ulaşmak için de uygulayıcılık ile birlikte karar verici konumda olması gerekmektedir. Bugün müslüman toplumlarının 21. y.y.’de İslâmi değer ve ilkelerden uzak yaşaması, değişime ayak uyduran rolü kabullenmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

İZLER

Savaş sırasında yürütülen yoğun diplomasi

Rahmetli Akif Emre ağabeyimizin Alija hakkında kaleme aldığı yazılarının derlendiği ve vefatından sonra yayımlanan ‘Aliya’ kitabında hususiyetle üzerinde durmak istediğimiz değişimi yakalayan müslüman profili tarif edilmeye çalışılmıştır. Pagan sembolleri üzerinden kutsayıp, tarif ettiğimiz Alija’nın bir İslâm devleti lideri olduğu, Bilge Kral mahlasına haiz olduğu, kafirle yılmadan savaştığı ve devletini özgürlüğe kavuşturduğu gerçeği bugün farklı başlık ve kisveler altında topluma sunulmakta ve bu durum modernitenin kurgu toplumunun ‘hissetme’ duygusunun yoksunluğundan yararlanılarak bir masal unsuru olarak anlatılmaktadır. Sözünü ettiğimiz sıfatların gerçekle elbette bir teması bulunmaktadır ancak varlığın semboller üzerinden idâmesi kozmolojik düzeni bir kaosa dönüştürmektedir. Varlık tasavvurunda var olmak için bir kök, kaynak ve cevher söz konusu olmalıdır. Köklerin beslenmesi için öncelikle toprakla bağlantının korunması gerekmektedir. Mevcut sıfatların bireyin edimlerinde ortaya çıkması için öncelikle Alija’nın müslüman toplumları için konumunu iyi analiz etmemiz gerekmektedir.

  • Bütüncül Varlık Dairesi ve Alija
Alija İzetbegović

İslâm düşünce geleneğinde varlık tasavvuru bölünmüş ve parçalanmış değildir. Zîrâ tüm varlıklar tek bir zorunlu nedene bağlanır. İnsanoğlu ise varlığın ötesindeki zorunlu nedene bağlı kalarak varlığı holistik yapı içinde tek bir otoritenin himâyesinde görür. Dolayısıyla batı düşüncesinin dayattığı ilerlemeci ‘medeni olma’ kavramına karşı çıkarak varlığın ötesini bilerek onu idâme ettirme ve koruma tutumu ile gerçek bir ‘medeni olma’ kavramını ortaya koyar. Alija İzetbegović sahip olduğu entellektüel kimliği ile hem batı hem doğu kaynaklarını doğru analiz edip, varlıklar arasında yüce bir mertebeye sahip olan bilginin de tek bir zorunlu nedene bağlı olduğunu ve böylece bilginin evrenselliğini idrak edebilmiştir. Bu doğrultuda medeniyetlerin ortaya koyduğu bilginin yanlış olmadığını, sadece eksik kaldığını vurgulamak ve ‘üçüncü bir yol’ olarak İslâm düşüncesini anlatmak ve analiz etmek için Doğu-Batı Arasında İslam kitabını kaleme almıştır. Karşı perspektiften incelediğimizde bütünlük ilkesine karşı çıkan post-modernizm, varlığı parçalı olarak ele alır. Bu noktada teşekkül etmeye başlayan soliptik bakış açısı aslında İbn-Haldûn’un medeniyet tasavvurunda kilit rol oynayan ‘asabiyye’ ilkesinin mülk edinme, otoriterleşme uğruna yapılan savaşların yaşanmasına neden olmuştur.

  • Özgürlüğe Giden Yol
Özgürlük ile Allah bir birinden ayrılamaz. Özgürlüğü inkâr eden Allah’ı inkâr eder. / Doğu Batı Arasında İslâm

Savaş öncesi Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, savaş sırasında ve savaş sonrası Alija’nın vurguladığı en önemli şey özgürlüktü. Günümüzün özgürlük kavramı da modernizm üzerinden okunarak bireyin istediğini istediği şekil ve zamanda yapabilme hürriyeti olarak topluma empoze edilmektedir. Ancak özgürlük, bireyin toplumda artı değer üretebilme olanağına sahip olup olmamasına bağlı bir kavramdır. Davranışsal olarak insanın kısıtlanmamasının özgürlük tanımı olarak algılanması insanı, hayvanî melekeler seviyesine indirgemektedir. Bireyin artı değer üretebilme üzerinden gerçek özgürlüğe ulaşması ‘bilgi’ ile mümkün olmaktadır. Zîrâ bilmek insanı üstün kılar. Allah (C.C) Hz. Adem’i yarattıktan sonra ona isimleri öğretti. Böylelikle insan ‘bilerek’ var olmaya başladı. Alija’nın verdiği özgürlük mücadelesi sadece cephede ve diplomatik görüşmelerde gerçekleşmedi. Her zaman evrensel bilgi, ahlâk ve doğrunun, adaletin yanında durarak bu doğrultuda edimlerde bulunarak özgürlük mücadelesini sürdürdü. Bilen insanın özgür olacağını bildiği için halkına her zaman doğruları ve adaleti anlattı.

  • Bütüncül Varlık Dairesinde Bilgi
Hayvanın içgüdüleri, insanın ahlâkı vardır. Bu ahlak faydaya dayanmaz. / Doğu Batı Arasında İslâm

Bilginin götürdüğü asıl özgürlük yolunun inşa sürecinde Alija, İslâm varlık tasavvurunun bütüncül bakışını bilgi ve bilmek ile de doğru sentezini yapabilmişti. Evren bir bütünlük arz ediyorsa bilgi türleri arasında da bir bütünlük söz konusu olur. Bu varlıkların ötesindeki zorunlu nedenin ortaya koyduğu değişmez kâidedir.Dini ve aklî ilimlerin birbirini bütünlemesi evrendeki varlık felsefesinin bir kuralıdır. İbn Rüşd, Gazâlî, İbn-i Sina hem âlim hem tıp uzmanı hem de astronomi alanında çalışmalar yapan bilim, ilim adamlarıydı. Alija perspektifinden incelendiğinde ise Alija, evrensel bilgi ve ahlâk açısından bir Müslüman olarak Doğunun, bir Avrupalı olarak da Batının kaynaklarını okumuş, içselleştirmiş ve doğru bir şekilde hayata geçirmiştir. Alija bunun yanı sıra hiçbir askerî tecrübesi olmamasına rağmen cephelerde askerlerine liderlik, diplomaside ülkesi adına bağımsızlık mücadelesi veren bir devlet başkanı, ortaya koyduğı düşünce yapısı ve kaleme aldığı eserler ile birlikte gerçek bir entelektüel ve dini bilgi açısından bir müfessirdir.

  • Erdemli Devlet

İbn-i Haldûn’un reel politik bakışına karşı bir medeniyet tasavvuru olan Fârâbî’nin ‘Erdemli Şehir’ anlayışı, insanın gerçek mutluluğa ulaştığı şehri açıklamaktadır. Hedonist mutluluk ise gerçek mutluluğun yerine konumlandırılmamalıdır. Zîrâ hazcı bir anlayış ile kurgulanan toplumun kaosa sürüklenmesi kaçınılmaz olur. Oysa Fârâbî’nin tasavvurunda insanlar yaradılışları gereği birlikte yaşamaya mecbur olan kollektivist bir varlıktır. Dolayısıyla farkılıklar toplumsal yapıyı kırılgan hale getiren değil, bütünleştiren durumda olmalıdır. Bunun için aklî dünyada cömertliğin ve iyiliğin idâmesi mutlak bir olgudur. Karanlık, var olması için ışığa muhtaçtır. Işığın olmama durumunda ortaya çıkar. Varlığın ötesindeki zorunlu nedenin yarattığı varlıkların her zaman iyi ve güzel olduğunun kanıtı burada anlaşılmaktadır. Erdemli şehirin, devletin gereği olarak birey her zaman iyiyi ve cömertliği amaçlamalıdır. Alija, en çetin geçen savaş ortamında bile her zaman birlikte yaşamayı ve her topluma/dine mensup bireylerin adalet ile birlikte görüş ve inançlarını özgürce açıklayabileceği bir şehri ve devleti işaret etmiş ve bu uğurda mücadele etmiştir. Adalet kavramının ‘hak’ olarak algılanmadan ‘lâyık olanı lâyık olduğu yere verilmesi’ ilkesi doğrultusunda özgürlük ile ayrılmaz bir bütün olan insana özgürlüğünün verilmesi gerektiğini vurgulamış ve bunun için çabalamıştır.

Fikir ve El

Umumî düşünce psikolojimizden iki şeyi ayıklamamız gerekiyor; mucizeye inanmak ve başkasından yardım beklemek / İslâm Deklerasyonu

İnsanı, varlıklar âleminde üstün kılan yegâne özelliği düşünebilmesidir ancak gözden kaçırılan en önemli husus ise düşündüklerini hayata geçirebilecek imkân ve yeteneğe sahip olabilmesidir. Bir sanatçıyı güzele ulaştıran husus sahip olduğu ‘elleridir’. Martin Heidegger ‘What is Called Thinking?’ adlı eserinde ”Ancak konuşabilen yani düşünebilen bir varlığın elleri olabilir ve iş yaparken elin her bir hareketi düşünce sayesinde yol alır.” vurgusunu yapmıştır. Raymond Tallis ‘The Hand: A Philosophical Inquiry into Human Being’ kitabında el-fikir birlikteliğine yine Batılı düşünce bağlamında bir perspektif kazandırmış ve bu iki araçla insanın mdeniyetler kurup yıkabileceğini ifade etmiştir. Aslında Marx’ın kapitalist düzende insanın kendine yabancılaştığı tezini bu nokta ile ilişkilendirmek mümkündür. El-Fikir birlikteliği bir sanattır. Bu birlikteliğin el-makina ikilisine evrilmesi sonucu birey kendine yabancılaşmaya başlamıştır. Elin aya kısmında göz tasviri aslında bireyin içinde yer alan ahlâkın ve bilinç altının dışa vurumunu temsil etmektedir. Dolayısıyla bireyin bulunduğu her edim, davranış bireyin varlık tasavvurunu ve fikir dünyasını temsil eder. Merhum Alija’nın el-fikir birlikteliğini en doğru biçimde hayata geçirdiği, savaş dönemi ve sonrasında verdiği adalet mücadelesi iç dünyası ile bedenî davranışlarının uyumunu ortaya koymaktadır. Mutlak adalet vurgusundan hiç şaşmayan Alija, Sırp ve Hırvatların Dayton’da verdikleri ve altına imzalarını attıkları sözlerin aksine mültecilerin evlerine dönüşlerine izin vermemelerine karşılık her Sırp ve Hırvat mültecinin evlerine dönmesi için özel uğraş göstermiş, Grabovica’da 27 Hırvat sivili öldüren Boşnak askerleri durdurmak için kendi ordusu içerisinde silahlı operasyon gerçekleştirmiştir.

El içinde göz ya da bilinen diğer adı ile Fatıma’nın Eli

SON SÖZ YERİNE

Tüm pagan sembollerinin toplumsal değerleri anlamsızlaştırması ve tabanını aşındırması, değerlere sahip çıkılmasında en önemli engeli teşkil ediyor. Özellikle İslâm inancında ölümün bir ibret olarak kavranması gerekliliği ile birlikte ölüme hazır olmanın aslında hayrın ve iyinin daimi savunucusu konumunda bulunmanın yanı sıra aramızdan ayrılan şahsiyetlerin arkasında bıraktığı değerleri geliştirmek ve yaşatmak asıl hazırlık konusu olmalıdır. Bu uğurda İslâmın adeta ‘Ortaçağ’ dönemini yaşadığı sancılı zamanlarda aslî unsurlara dönülmesi açısından temelin dayandırılması gereken sağlam ve köklü geçmişten güç alınması gerekmektedir. Dolayısıyla bizlere belirli işaretler ve fikir tohumları bırakan öncülerimizin modern sömürge aracı romantizm ile sömürülmemesi, değerlerin yaşatılması adına evrensel doğru ve iyinin savunucu olmak gerekmektedir. Böylece Peyami Safa’nın Yalnızız’da kurguladığı Simeranya’ya ulaşmak imkânsız olmayacaktır. Vefatının 17. yılında andığımız Alija’nın bizlere bıraktığı ve maalesef görmezden gelinen/gelinmesi istenen değer ve ilkelerin doğru ve varlık tasavvuruna uygun şekilde idrak edilmesi gerekmektedir. Allah (C.C) Alija İzetbegović’ten razı olsun ve mekânını cennet eylesin. Simon Weil’in, konumuz ile ilgili dokunuşuyla sözlerimize son verelim:

”Ağaç, derin köklere sahipse yukarıdan gelen ışık enerjisi sayesindedir. Yani ağacın kökleri göklerdedir. Gök ile bağını koparanın kökleri kurumaya mahkûmdur.”

8 Ağustos 1925 – 19 Ekim 2003

YARARLANILAN KAYNAKLAR

İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni

Alija İzetbegović, İslam Deklerasyonu

Alija İzetbegović, Doğu Batı Arasında İslâm

Alija İzetbegović, Tarihe Tanıklığım

Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler

Savaş Ş. Barkçin, Medeniyet Aklı

Raymond Tallis, The Hand: A Philosophical Inquiry into Human Being

Martin Heidegger, What is Called Thinking?

Akif Emre, Aliya

Sadettin Ökten, Gelenek Sanat ve Medeniyet

DHWTY/Pagans in a Modern World: What is Neopaganism?

Yorum bırakın