İRREDENTİST BALKAN TARİH YAZIMI: POST-MODERN BOŞNAK KİMLİĞİNİN KODLARI

Son dönemde ofansif retorikler üzerinden kurgulanan ve dalgalı bir seyir izleyen Balkan siyaseti için 2022 yılı oldukça hareketli geçecek. 2022 yılı bu anlamda Balkanlarda seçim yılı olarak adlandırılıyor.

– 24 Nisan’da Slovenya Parlamento Seçimi;

– 9 Mart’ta Arnavutluk’ta Ara Yerel Seçimler ve Haziran’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri;

– 3 Nisan’da Sırbistan Cumhurbaşkanlığı, Parlamento, Belgrad Belediye Başkanlığı Seçimi;

– 2 Ekim’de Bosna Hersek Parlamento ve Başkanlık Konseyi Üyeleri Seçimi gerçekleştirilecek.

Henüz tam olarak kesinleşmese de Karadağ’da mevcut hükümetin düşürülmesi sonucu -Dritan Abazović’in bir hükümet kurma girişimi eğer başarısızlıkla sonuçlanırsa- erken seçim bekleniyor.

Balkan coğrafyasında seçim demek, doğal olarak populist ve şovenist ırkçı söylemlerin yükselişe geçeceği anlamına gelir her zaman. Temelde klerikalizm temelinde şekillenen Balkan ülkelerinin irredentist iç ve özellike dış politikalarının seçim dönemlerinde daha etkin şekilde araçsallaştırılması, devlet kurumlarının ve toplumun da ortak olarak epistemolojik ve ontolojik düzeyde meşruiyet tabanında buluşması Balkanlarda hareketli günlerin hiç de uzak olmadığını gösteriyor.

Bu anlamda kültürel hinterland etkisinden öteye gidememek nedeni ile konjonktürel olarak dalgalı seyir izleyen Balkan siyasetimiz, iç dinamikleri kaçırmamıza yol açıyor. Hâlihazırda Türkiye’nin Balkanlardaki en önemli ve güçlü müttefiki olarak gözüken Sırbistan’da yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri gereği, Sırbistan’ın ortaya koyacağı gelecek dönem hedef ve stratejileri bu yaklaşımı daha iyi açıklıyor. Özellikle Bosna Hersek Parlamenterler Meclisi Halk Meclisi Delegesi Denis Bećirović’in Bosna Hersek Yüksek Temsilcisi Christian Schmidt’e ve Birleşik Krallık, Fransa, Almanya gibi ülkelerin Büyükelçilerine yazdığı mektup dikkat çekici. Bećirović, yazdığı mektupta Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić’in Bosna Hersek egemenliğine saygı göstermediğini ve Bosna Hersek’in tarım ve orman arazileri konusundaki anlaşmazlıkta ısrarcı olduğunu vurgulayarak bu arazileri Sırbistan devletinin mülkü olarak gördüğünü ifade etti.

Denis Bećirović

Tüm bu etmenler detaylıca düşünüldüğünda Bosna Hersek’te yaklaşan seçimlerin etkisiyle bu ve benzeri ofansif ve irredentist açıklamaların devam edeceğini ve artacağını anlamak çok da zor değil. Dolayısıyla Bosna Hersek’te yer alan Boşnak siyasetçilerin post modern saiklerle kurgulanan mikro-milliyetçiliğin Boşnak kimliğinde meydana getirdiği fraksiyonları doğru analiz edip holistik bir politika gütmesi gerekiyor. Son yerel seçimlerde SDA’nın Sarajevo Büyükşehir Belediyesi’ni geniş çaplı bir koalisyona kaybetmesi, temelde çoğulcu siyaset paradigmasının başarısı bir yana, heterojen ve güçlü bir Boşnak kimliğinin inşa edilememesinin bir sonucu olarak yorumlanabilir. Evet, dikkat edildiğinde Boşnak siyasetçilerin tam olarak en büyük hatası, ‘homojen bir Boşnak’ kimliğini inşâ etme eğilimini giderek güçlendirmeleri.

Sarajevo Belediye Başkanı Benjamina Karić

Kısa vadeli seçim odaklı düşünmek yerine, gelecek dönem perspektifinden yorumlandığında, Bosna toplumunda ‘Bosna İdealinin’ savunucusu olan Boşnak sınıfının, post modern mikro-milliyetçi anlayış ve politikaların etkisi altına girdiğini görmek mümkün ve hâlihazırda –Müslüman toplum olarak- Arnavutlar kadar güçlü bir konumda bulunmayan Boşnakların kan kaybetmeye devam etmesi en önemli tehlikeler arasında yer alıyor. Dolayısıyla hangi temel dinamiklerin sürdürülebilirliği sağlanmalı ve Boşnak toplumu, epistemolojik ve ontolojik meşruiyetini hangi sâikler üzerinden kurgulamalı hususu, daha fazla gündemde tutulmalı.

Immanuel Wallerstein

Balkan coğrafyasında var ola gelen irredentizm ve klerikalizm temelli modern tarih yazımının meydana getirdiği gerilimler, her ulusun kendi kaderini tayin hakkını temelde bir kaosa dayandırmayı amaçlıyor. Bu konuda Wallerstein’in Avrupa toplumunun heterojenleşmesi sonucu kontrollü krizin stabil duruma getirilmesi gerektiği tezinin temelleri esasında 18. yüzyılın başlarına kadar dayanıyor.

Wallerstein, özellikle Fransız Devrimi sonucunda özerklik-bağımsızlık süreçlerinin ulusçuklar nezdinde hız kazanması sonucu, Avrupa toplumunun homojenliğini kaybettiğini ifade ederek olası bir Avrupa krizinin meydana gelebileceğini işaret etmiş ve dolayısıyla ulusçukların kontrol altında tutulabilmesi için sûni krizlere ihtiyaç duyulabileceğini vurgulamıştı. 

Özellikle Farnsız Devrimi sonucu meydana gelen milliyetçilik akımının temelde kapsayıcı, primordiyalist ve sonunda araçsal millietçi anlayışa evrilmesi, Wallerstein’ın işaret ettiği krizin değişimini, dönüşümünü ve stabilizasyonunu sağlayan önemli göstergeler arasında yer alıyor. Doğru analiz edildiğinde de oluşturulmak istenen sûni krizin esasında genişleyen pazarın zarar görmemesi adına sıkı şekilde kontrol edilmesine destek olduğunu yorumlamak mümkün.

Wallerstein’ın, kontrollü kriz kavramının başka bir perspektiften incelendiğinde de ‘balkanizasyon’ ve ‘oryantalizm’ arasındaki ayrımı ve çizgiyi keskinleştirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü ulus devlet mantalitesinin ihtiyaç duyduğu ‘öteki’ kavramına iki anlayış da ihtiyaç duymakta ancak önemli farklılıklar da söz konusu. Öncelikle Balkanlar, Avrupa için ‘öteki’ olamayacak kadar yakın bir konumda bulunuyor.

Edward Said’in de eleştirisinden yola çıkarak ‘deneyimlenmeden, üst bir bakışla’ yaklaşılan Şark meselesinden ayrışan bir Balkanlar söz konusu ve üstelik, Şark için yüklenilen ‘ilerlemenin sağlanması için müdahale edilme gerekliliği’ yine Balkanlarda meşruiyetini yitiriyor. Zîrâ Balkanlar öncelikle Batı Roma’nın çöküşü sonucu uygarlığın merkezi olan Bizans ve Balkan ulusçuklarına devlet yöneti tecrübesini kazandıran Osmanlı mirasına sahip. Dolayısıyla balkanların bu denli ötekileştirilememesi oryantalist bakışın Balkanlara teşmilini zorlaştıran bir unsur.

Edward Said

Ulus-kimlik perspektifi, özellikle Westphalia Antlaşması sonucu uluslararası diplomaside ‘sistem dönüştürücü’ etki/olgu olarak varlığını günümüze kadar sürdürmeye devam ediyor. Bu yaklaşım bahsettiğimiz mevcut milliyetçi tanımların da temel dinamiklerini oluşturuyor.

Her ne kadar SSCB’nin yıkılması sonucu ulus kimlik anlayışının içerdiği öteki anlayışının artık geçerliliğini yitirdiğini ortaya koyan bir ‘meta eleştiriden’ söz edilse de mikro-milliyetçiliğin araçsal yaklaşımla kendini yeniden kurgulaması, Balkan coğrafyası ve özelinde Bosna Hersek’te son dönemde toplumsal düzeyde ve devlet kurumlarında derin şekilde hissediliyor. 1990’lar itibâri ile Balkanlar özelindeki ‘şahinlik politikasını’ Atlantik kanadına devreden İngiltere’nin ötekileştirici ulus kimlik anlayışını modern Balkan tarih yazımı ile entegre hâle getirmesi, mikro-milliyetçi saiklerin güç kazanmasını sağlıyor.

Bu konuda İngiliz siyaset bilimci ve yazar John Bacon Sawrey Morritt’in ve Boulton’un kaleme aldığı gezi yazıları modern-irredentist Balkan tarih yazımının nasıl güç kazandığını açıklıyor. Boulton’ın 1639’da Balkanlara ve Morritt’in 1769’da Mora’ya yaptığı ziyaretler sonucu yazdıkları gezi yazılarında gayri-müslim halkların(ekseriyetle Yunanlılar) ne kadar barbar olduklarını ve tam tersi olarak da Türklerin soylu bir sınıfı teşkil ettiğini vurgulaması söz konusu. Hatta bu barbarlık tanımlarına hem Boulton hem de Morritt hakaret derecesine varan ifadeleri de eklemeyi ihmal etmiyor.

John Bacon Sawrey Morritt

İngiliz edebiyatında 18. yüzyılın başlarında romandan sonra en çok okunan edebi tür olan gezi yazılarının toplum ve devlet üzerindeki bu mobilizasyon gücü göz önüne alındığında, konjonktürel olarak dengelerin çok kolay değişebileceği anlaşılıyor. İngiltere’nin 1815 Waterloo Savaşı’nda Fransa’nın gücünü büyük oranda kırıp Avrupa’nın tek hâkimi konumuna gelmesi sonucu, özellikle büyüyüen İngiliz küresel ticareti, yaklaşan sanayi devrimi İngiltere’nin yönünü büyük bir Pazar konumunda olan Balkanlara çevirdi. Hızlı ve etkin şekilde çalışmaya başlayan İngiliz entelijansiyası Osmanlı araştırmalarına yoğunlaştı. Bu araştırmalar ve çalışmalar ışığında İngilizlerin Osmanlı’da iki sınıfa odaklandığını görebiliriz: Elitler/Yönetici sınıf ve köylüler.

Geleneksel milliyetçiliğin, mikro milliyetçilik karşında daha kapsamlı olması sonucu(ki geleneksel milliyetçilik kapsamlı olmak zorundaydı. Çünkü Fransız Devrimi sonucunda âri Fransız milliyetçiliğini oluşturacak soylu Fransız ailelerinin sayısı yeterli seviyede değildi ve toplumdaki diğer ulustan vatandaşlara da ihtiyaç duyuldu) sistem dönüştürücü etkiye sahip olan güçlü milliyetçi anlayışın ‘öteki’ kavramına ihtiyaç duyması daha çok tartışılır oldu ve tam da bu noktada mikro-milliyetçilik köylü sınıfına yaslanarak hem kültürel kodlarını yeniden üretti hem de araçsalcı yaklaşımları geliştirdi. Köylü toplumunun bilgi-iktidar ilişkisi, hegomonik ilişki dikkate alındığında daha sorunsuz yönlendirilebilmesi, modern Balkan tarih yazımının en büyük tetikleyicisi oldu.

Waterloo Savaşı

Weber’in akılcı düzenlemelerden uzaklaşmanın mikro-milliyetçiliği besleyeceği yaklaşımı, bu anlamda kendini devlet içerisinde yeniden üretebilen şovenist, klerikalist sınıfın oluşmasını sağladı. Özellikle etni-sitenin verili olmayışı ilkesi hâricinde güçlü olan ırkın güçsüz olan ırk üzerindeki mobilizasyonunun ve asimilasyonunun güçlü olacağı anlayışında mikro-milliyetçiliğe yakın duran kontsrüktivist kuram da modern Balkan tarih yazımını besleyen bir diğer etmen.

Balkanlarda İngiltere’nin, rövanşist ve klerikalist saiklerle kurguladığı mikro-milliyetçi Balkan tarih yazımı ile etkisi altına alamadığı en önemli toplumun Boşnakları olduğunu söylemek mümkün. Osmanlı-Boşnak toplumu ilişkisi göz önüne alındığında, Osmanlı devlet yönetiminin toplumsal düzlemde soylu bir sınıfın oluşmasına izin verdiği tek toplumun Boşnaklar olduğu, günümüz tarihçileri tarafından konuşulmaya da devam ediyor. Bu konuda Fatma Sel Turhan hocanın doktora tezini kitaplaştırdığı Eski Düzen Adına adlı eseri çok önemli bir çalışma.

Serhad toprağı olan Bosna Hersek’te toprak yönetimi ve mülkiyeti, askeri anlamda kapudanlık sisteminin etkinleştirilmesi Boşnakların sosyolojik olarak hem önemli burjuvazi sınıfı oluşturmasına hem de şehirli bir sınıfın oluşmasına yol açtı. Dolayısıyla modern Balkan tarih yazımının etkileyemediği en önemli Balkan Müslüman sınıfı olan Boşnaklar, şehirli kimliklerini koruyarak mikro-milliyetçiliğin hem yıkıcı hem de araçsalcı etkisinden uzak kaldı. Heterojenliğin, çok kültürlülüğün kodlarında yer aldığı şehirlilik anlayışı, Boşnak Bey sınıfının da Türk kimliğini daha kolay benimsemesine yol açtı. Bu yüzden günümüzde dahî Boşnak kimliğinin Türk kimliğinden ayrı olamaması önemli bir avantaj.

Mevcut birliktelik; şovenist ve populist, Türk-Boşnak sentezini uluslararası sistemde neo-liberal yayılmacı olarak değerlendiren toplumsal sınıfların kabul etmeyişi, olumsuz reaksiyonlara yol açıyor. Sözü edilen Türk kimliği anlayışının primordiyalizmin kıskacında tanımlanması ve bu tanımın yayılmacı politikaların meşruiyetini sağladığı perspektifi, Boşnakların günümüzde mikro-milliyetçilik tehlikesine hızla sürüklemeye devam ediyor. Reaksiyoner Türk-Boşnak sentezi karşıtlığı, bir meydan okumaya dönüşerek, ontolojik güvenliği ‘sosyolojik bir motivasyonla’ yürütmeyi amaçlıyor.

Önemli Boşnak Beylerinden Husein Kapetan Gradaščević

Bu durumun Boşnaklar nezdinde belirli handikapları var. Öncelikle 21. yüzyıl reel uluslararası diplomasi ve ittifak ağını incelediğimizde aşınan ulus-devlet anlayışına karşılık neo-liberalizmin ve küreselleşmenin ortaya koyduğu yerelden küresele anlayışını kullanan mikro-milliyetçi anlayış, bir öteki kavramının varlığını sürdürülebilir kılan bir ulus devlet savunusu yapıyor. Bu savunmanın günümüz küresel siyasetinde güç kazanması ise enerji politikaları üzerinden gelişmeye neden oluyor.

Nitekim Sırp Cumhuriyeti lideri Dodik’in kurduğu ittifaklarda bu etki görülebilir. Özellikle modern devletin post-modern dönüşümü sonrası mikro-milliyetçilik üzerinde kurulmak istenen tahakküm, devlet aygtının kurumları üzerindeki güç paylaşımını da yeniden kurguluyor. Ancak, mikro milliyetçi yaklaşım neticesinde hedef ve stratejilerini belirleyen ulusçuklar, bu kez avantajlı konumda gözüküyor diyebiliriz.

Boşnak toplumunda son dönemde yükselişe geçen  Boşnak milliyetçiliğinin Türk kimliğinden arındırılmak istenmesi, mikro-milliyetçilik tehlikesine kapılmayan tek Balkan toplumunun geleceğini de tehlikeye atıyor. Son dönemde giyim sektörü ve kitap satışlarında, kültür-sanat etkinliklerinde ve Boşnak entelijansiyasının gündelik beyanlarında mikro-milliyetçilik güçlü şekilde kendini hissettiriyor.

Çocuklara Bosna Kral ve Kraliçelerini anlatmak için hazırlanan animatik kitaplar, kitapçılarda ilgi görüyor.

Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun TV kanallarında belirli programların Bosna Krallığı üzerine yayınlar yapması, bir Orta Çağ Boşnak kimliğine güç kazandırmaya devam ediyor. İngiliz destekli irredentist modern Balkan tarih yazımı bu açıdan yeni krizlerin merkezine Boşnakları çekebilir. Zîrâ Orta Çağ Boşnak kimliğinin rövanşist kodlar üzerinden yeniden kurgulanması siyasi-coğrafi gerilimlerin meydana çıkmasını tetikleyebilir. Hâlihazırda Sırp ve Hırvatların Bosna Krallığını reddi ve Bosna topraklarına yalnızca kendi coğrafyaları olarak bakış açıları da başka bir önemli tehlike.

Orta Çağ Boşnak kimliğinin Türk kimliğinden arındırılmış ve şehirlilik etkisinin silinmiş şekilde oluşturulmaya çalışılması, seküler Boşnakların öncülüğünde ilerliyor. Özellikle 1992-1995 sonrası Bosna toplumunda yükselişe geçen vehhabi akımların tehlikesine bir tepki olarak güçlendirilmeye çalışılan post modern Boşnak kimliği, seküler Boşnakların esasında savunmacı-reaksiyoner bakış açısından kaynaklı diyebiliriz. Çünkü temelde Yugoslav üst kimliğinin getirdiği anlayış, ortada var ola gelen gerilimi-savaşı sahiplenmeden mevcut gerilimlerde tarafsız bir bakış açısı meydana getiriyor.

Yani toplumda ‘bizim değil başkalarının savaşı’ söylemleri Boşnakların gücünü zayıflatıyor çünkü en seküler Sırp ve Hırvat bireyler dahî irredentist politikalardan vazgeçmiş diyemeyiz. Dolayısıyla olası bir çatışma durumunda reaksiyon gösterece Boşnak kesimin vehhabilerden oluşacağı âşikâr. Kısacası ölümü daha kolay göze alan bir Boşnak sıınıfı. Seküler Boşnak kesimi bu durumu istemsizce kabul etse de karşılık olarak âri bir Boşnak kimliğini güçlendirmenin hedefinde.

Ancak Orta Çağ Boşnak kimliğinin oluşmasının mümkün olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Çünkü Boşnakları diğer Müslüman Balkan halklarından ayıran en önemli unsur, dini bir kimlik üzerine milli kimliğin inşa edilmesi. Dolayısıyla yeni bir kimlik inşa sürecinde iki kavramının yeniden kurgulanması oldukça zor gözüküyor. Kültürel ögelerin, sosyolojik saiklerin vb. birçok unsurun lağvedilmesi, mikro-milliyetçilik perspektifinden Boşnaklara verilebilecek en büyük zarar olabilir. Destanlar, şiirler incelendiğinde tematik içerikler, Boşnakların bu konuda Orta Çağ kimliğine geçişini zorlaştıracağını gösteriyor.

Ivan Mažuranić

Yugoslavya’da Tito öncülüğünde kurgulanan araçsalcı yaklaşım, Türk karşıtı Sırp destanlarını çok iyi kullandı ve toplumu etkin şekilde mobilize etti. Bu konuda Hırvat yazar Ivan Mažuranić’in kalema aldığı Smail Aga Čengić destanı, sıkça bir propaganda aracı olarak Yugoslavya devlet yönetimi tarafından kullanıldı. Bugün seküler Boşnek sınıf ismi geçen destandaki belirli dikkat çeken unsurları ortadan kaldırarak destanı kullanmak hedefindeler. Çünkü değindiğimiz üzere mevcut kültürel kodların varlığı ve sürdürülebilirliği Boşnak sekülerlerin en çok zorlandığı konuların başında geliyor.

Balkanların kaotik konjonktürü düşünüldüğünde Boşnakların mikro-milliyetçi saiklerle hareket etmesi Boşnak toplumu adına ciddi zararlar verebilir ve bir güç kaybına yol açabilir. Bu doğrultuda Arnavutlar gibi ‘2.5 devlete(bir tam devlet Kosova, bir tam devlet Arnavutluk, yarım devlet Makedonya)’ sahip olmayan Boşnakların stratejik anlamda güç kaybına uğramaması için, mikro-milliyetçiliğin yıkıcı etkilerinden kaçınması gerekiyor.

Yorum bırakın