HESAP LÜTFEN

Anahtar Kelimeler: Lavrov, Balkanlar, Avrupa, Emperyalizm, Bosna

Geçtiğimiz günlerde Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Bosna-Hersek’e yaptığı ziyaret çok konuşulmuştu. Çeşitli tartışmaların meydana gelmesine ise Lavrov’un ziyaret esnasında gerçekleştirdiği birtakım davranışlar yol açmıştı. Peki neden bu davranışlar dünya siyasetinde geniş bir yankı uyandırdı?. Konuyu sığ bir tartışma çevresinden uzak tutmak için arka planda yer alan tutum ve davranışların muhtevâsını iyi analiz etmemiz gerekiyor. Neticede tarih ilminin içinde var ola gelen tarihsel eğilimin ifade ettiği üzere, tarihin objektif şekilde yorumlanması ‘olaylara yaklaşımda kullanılan metodların tarafsız şekilde kullanılması ve konuya akademik yaklaşılmasıdır.’ Dolayısıyla tarih ilminde her zaman taraflılık vardır ve devletler arası ilişkiler bu taraflılık üzerine kurgulanır. Aslında batı modernitesinin dünyaya dayattığı positivist anlayışın bir yansımasıdır bu: Çerçevenin resmin kendisinden daha önemli olması. Ortaya konan positivist ilkeler çerçevesi içinde barış sağlanana kadar yüzbinlerce milyonlarca insan katledilebilir. Ancak nihayetinde barış sağlanmışsa resmin içeriği ve geride kalan izler pek de önemli değildir, tıpkı 1992-1995 Bosna’sında olduğu gibi. Konumuza dönecek olursak taraflı bir tarihin var olduğunu kabul etmekle birlikte öncelikle Lavrov’un neler yaptığına göz atmamız gerekiyor:

  • Sergey Lavrov Bosna-Hersek’i ziyareti sırasında protokol gereği öncelikle Bosna-Hersek’in en üst yönetim birimi ve dış politikanının yürütücüsü olan Başkanlık Konseyi üyeleri ile görüşmesi gerekirken Bosna-Hersek içerisinde yer alan ve anayasal olarak Bosna-Hersek’e ‘bağımlı’ dolayısıyla ‘kısıtlı’ bir cumhuriyet olan Sırp Cumhuriyeti ve temsilcileri ile görüştü. Böylelikle aslında Bosna-Hersek Federasyonu’na bağlı Sırp Cumhuriyeti’ni Bosna-Hersek’ten ayrı bir ülke olarak gördüğünü göstermek istedi. Ancak Bosna-Hersek Anayasası’nın 1. maddesinin üçüncü ve yedinci fıkraları açık şekilde Sırp Cumhuriyeti’nin Bosna-hersek içinde yer alan bir entite olduğunu ifade etmekte ve entitede yer alan vatandaşların ‘Bosna-hersek vatandaşı’ olduğunu vurgulamakta. Bosna Hersek’in devlet yapılanmasını detaylı şekilde öğrenmek istiyorsanız bkz:

ŞİRİNLER OVASI

  • Sergey Lavrov’un Sırp Cumhuriyeti  Başkanı Milorad Dodik ile gerçekleştirdiği görüşmede bir de bayrak krizi yaşandı. İkilinin görüşme esnasında Rusya Bayrağı’nın yanında Bosna-Hersek’in bayrağı yerine Bosna-Hersek’e bağlı Sırp Cumhuriyeti’nin bayrağı kullanıldı.  Dayton Antlaşması ile kurulduğu günden bu yana ayrılıkçı söylemlerden kaçınmayan ve kendini bir entite olarak görmekten ziyada bir ülke olarak addeden Sırp Cumhuriyeti devlet otoriteleri aslında ayrılıkçı söylemlerle birlikte ülke olma yolunda büyük bir desteği, Rusya’yı, arkasına aldığını göstermek istedi ve Rusya da bu niyete çok istekli bir şekilde karşılık verdi. Lavrov’un bu usûlsüzlüğü üzerine Bosna-Hersek Başkanlık konseyinin Boşna üyesi Šefik Džaferović ve Hırvat üyesi Željko Komšić, Lavrov ile olan görüşmelerini iptal etti.
  • Tüm bu gelişmelerin üzerine Sergey Lavrov, Bosna-Hersek’i ziyareti sırasında göstermekten çekinmediği niyetini pekiştirmek ve daha açık olarak Bosna toprakları üzerinde kimin yanında olduğunu göstermek üzere Rusya’ya dönüşü sırasında uçağa binerken ‘çetnik’ salami verdi. 1990’larda Müslüman Boşnak ve Arnavutları katleden, kadınlara kitlesel tecavüz ile etnik temizlik yapmak isteyen Çetniklerin selamında aslında bir selamdan öte birçok derin anlam mahfuz kalıyor. Nitekim Çetniklerin atalarından kalan bıçaklara her öldürdüğü müslüman için bir ‘çentik’ atması Balkan coğrafyasında kaynayan bir kazanın varlığını hissettirmeye devam ediyor.
Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Bosna-Hersek Ziyareti Dönüşü Çetnik Selâmı Verirken

Peki Balkan Coğrafyasında ve özelinde Bosna topraklarında Rusya’nın böyle bir tutum sergilemesi neyi ifade ediyor? Yazımızın başında da değindiğimiz üzere gündelik ve kısır döngü içerisinde kalan söylemlerin ötesine geçerek olayın tarihsel boyutuna göz atmamız gerekebilir. Sadece Rusya’nın değil Avrupa’nın ve Atlantik’in Balkan Coğrafyası üzerindeki amaçlarını ve tutumlarını analiz etmek için yaklaşık 1 asır öncesine gitmeliyiz.

AVRUPA’NIN HESAPLAŞMASI

1814-1815 tarihleri arasında gerçekleşen Viyana Kongresi’nin sonuçlarından da anlaşılacağı üzere Avrupalı devletler aslında Vestfalya’dan itibaren Avrupa sınırları içerisinde bir güç dengesi politikası izlemiştir. Özellikle Yedi Yıl Savaşları sonucu Avrupa’da mutlak hakimiyeti eline geçiren İngiltere Waterloo’da Napolyon’un kuvvetini tamamen kırmıştı. Akabinde gerçekleşen Viyana Kongresi’nde Fransa’nın hiçbir sınırının ihlal edilmeyeceği sadece ufak bir tazminat ödemeye mahkum edileceği, Avrupa’nın tesis etmek istediği denge politikasının bir işaretiydi. Savaşların durup mevcut devlet gücünün de moden ulus devlet mantalitesi içinde laikleşmesi ve savaş gücünün artık teknolojik gelişmelere aktarılması ile birlikte Birinci ve İkinci Endüstri Devrimleri’ne doğru hızlıca yol alınmıştı.

Birinci Endüstri devriminin kömüre bağımlı meydana gelmesinden sonra İkinci Endüstri Devrimi’nde kömürün yerini çeliğin alması ve teknolojik buluşların hız kazanması sonucu mikroskop icat edilmişti. Aslında çok basit bir icat gibi görünse de mikroskop, Avrupalı devletlerin sürdürdüğü denge politikasını yıkarak yeni bir dünya düzeni kurmuştu. Nasıl mı? Mikroskobun icadı sonrası bakterilerin artık görülebilir hale gelmesi sonucu ameliyatların daha steril olarak gerçekleştirilmesi insan ömrünün uzamasını sağladı. İnsan ömrünün uzaması ile birlikte modern ulus devletlerinin içerisinde yer alan nüfusun hızlı şekilde artması bir gıda ihtiyacı meydana getirdi. Yine bakterilerin keşfi sayesinde pastörizenin literatüre kazandırılması ile yiyeceklerin saklanma süresi uzamıştı. Ancak yine de karşılanamayan gıda ihtiyacı sonrası Avrupalı devletler sömürge arayışlarına yoğunlaşmış ve sömürgelerden ucuza gıda maddesi getirmek ve sömürgelere, artan nüfusunu yerleştirmeyi amaçlamıştı.(İtalya’nın Trablusgarp’ı işgâl etmesinin bir sebebi de siyasal birliğini kurması sonucu artan nüfusunu iskân etmek istemesidir.)  Dolayısıyla kurulan denge politikası yerini yavaş yavaş emperyalist politikalara bırakmıştı. İkinci olarak Darwin’in ortaya attığı evrim teorisinde doğal ayıklanma sürecinin ‘güçlü olanın hayatta kalacağı’ anlayışı sonrası Avrupalı devletler millieyetçilik ve Darwinist anlayıştan etkilenip güçlü olarak hayatta kalmak için sömürge arayışını hızlandırmıştı.

Charles Darwin

Durumun kötüye gittiğini ve güç dengesinin bozulduğunu gören Avrupa’nın düzenlediği Berlin Konferansı sonrası yeni bir Avrupa Uyumu oluşturulmuştu. Bu uyuma göre Avrupa’nın düzeni koruyabilmesi için ortak bir düşman belirlemesi ve gücünü o düşmanın üzerine sarfetmesi gerekmekteydi. Bu ortak düşman için kendilerinin ifade ettiği Barbar Doğu hâlihazırda düşman olarak duruyordu. Üstelik Avrupa devletlerinin emperyal politikaları izlemeye devam etmesi sonucu ülkeler arası biriken nefretin ve öfkenin ortak bir noktaya yoğunlaşabilmesi için yapay bir tehlike oluşturduktan sonra güç yapay tehlike üzerine yönlendirilmeliydi. Otto von Bismarck’ın Alsace-Lorraine’i ilhak etmesiyle araları iyice gerilen Fransa ve Almanya bu hususta Afrika’da henüz işgal edilmemiş birkaç noktaya birlikte işgal harekâtı düzenlemişlerdi. Bu biriken öfke ve enerjinin birlikte tek bir hedefe yöneltilmesi ‘Barbar Doğuda’ hasta adam olan Osmanlı için gayet uygun gözüküyordu. Ortak hedeflerine Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde olan Balkan coğrafyasını alan Avrupa aslında sonun başlangıcına ve büyük bir felakete neden oluyordu. Zîrâ Balkanlar, Afrika gibi uzak bir bölgede değil, Avrupa’nın göbeğinde yer alıyordu. Ortak hedeflerin oluşumu uzak coğrafyalarda sağlanabilirken güç dengesinin giderek bozulduğu ve Avrupadaki devletlerin Avrupa kıtasına hakim olma istekleri neticesinde Balkanlarda hiç bitmeyen kargaşanın fitili ateşlenmiş oluyordu. Üstelik siyasi aklı güçlü olan Prusya Başbakanı Otto von Bismarck’ın Alman Ulus Birliği’ni sağlaması adına Avusturya-Macaristan ile yapılan savaşta Avusturyalıları ve Fransa ile yapılan savaşta Fransızları mağlup etmesi üzerine kıta Avrupasında egemen gücün Prusya olduğu anlaşılmaya başlamıştı. Artık kıta Avrupası üzerinde egemenlik tesis etmek için umudu kalmayan Fransa deniz aşırı sömürülere ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile birlikte Balkanlara yönelmeye başlamıştı. Bu kargaşa Birinci Dünya Savaşı ve  İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüe kadar varlığını sürdürdü ve sürdürmeye de devam edeceği görülüyor.

Otto von Bismarck

BALKANLARIN GELECEK DÖNEMLERİ NASIL ŞEKİLLENEBİLİR?

Sergey Lavrov’un Bosna-Hersek’i ziyareti sırasındaki tutum ve davranışları 19. yüzyıldan günümüze kadar devam eden bozulmuş güç dengelerinin de geleceğini aslında ifade ediyor. Özellikle 1992-1995 savaş döneminde ABD Senatörü olan ve açık şekilde Sırpların karşısında yer aldığını gösteren ifadeler kuran Joe Biden’ın ABD başkanı olması sonucu Rusya’nın Balkanlar’da ve özelinde Bosna-Hersek’te nasıl bir politika izleyeceği açıkça seziliyor. Dayton Antlaşması sonrası Birleşmiş Milletler tarafından Bosna-Hersek’te kurulan Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kararları Bosna-Hersek Anayasası’nın da üstünde yer alıyor ve bu hüküm yine Anayasa’nın giriş kısmında ifade ediliyor. Bu üstünlük ile Birleşmiş Milletler’in ve Avrupanın Bosna-Hersek üzerindeki kontrol gücünün bilen Rusya Federasyonu, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un gerçekleştirdiği Bosna-Hersek ziyareti sırasında dile getirdiği şekliyle Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kaldırılmasından yana. Geçtiğimiz aylarda Bosna-Hersek içerisinde yer alan Sırp Cumhuriyeti Başkanı Milorad Dodik de tam bağımsızlık için Yüksek Temsilcilik Ofisi’nin kaldırılması gerektiğini ifade etmişti. Tabi aslında vurgulamak istediği Bosna-Hersek’in değil, Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlığıydı. Tüm bu gelişmelere karşın ABD, İngiltere ve Türkiye gibi devletler Yüksek Temsilci Ofisi’nin varlığını koruması gerektiğini ifade ederken Fransa ve Almanya gibi Avrupalı devletlerin de aslında temsilcilik ofisine karşı olduğu biliniyor. Rusya’nın ‘panslavizm’ politikaları ışığında Balkan coğrafyasındaki Sırpların hâmisi olması nedeniyle politikalarnını Balkan coğrafyasında daha rahat ve kolay mobilize etmek istemesinin yanında Fransa ve Almanya gibi Katolik devletlerin Katolik Hırvatlar aracılığı ile Balkanlar’daki hakimiyeti lehlerine çevirmek istediği anlaşılıyor. Zaten Fransa’nın Avrupa Birliği’nin kuruluşunda(Avrupa Kömür Çelik Topluluğu) İkinci Dünya Savaşı’nda bir numaralı düşmanı olan Almanya ile hareket etmesi de Avrupada bir Atlantik gücü olan ABD’yi istememesini işaret etmekte ve günümüze kadar sirayet eden politikaların da Avrupa’da oluşturulacak yeni bir güç politikasının Balkanlar üzerinden gerçekleşeceğini gösteriyor. Bu güç çekişmesinin ortasında, kısacası Avrupalı devletlerin kendi güç politikaları ile birlikte hesaplaşmasında Balkan coğrafyasını yine zor günler bekliyor.

Yorum bırakın