YUGOSLAVYA’NIN KEMÂL DERVİŞ’İ: MILAN PANIĆ

Anahtar Kelimeler: İthal Lider, Pazar Ekonomisi, Şovenist Milliyetçilik

Velibor Čolić ’in çok güzel bir hatırlatması vardı: Savaşta en vahim durumu sınır şehirleri yaşar. Balkanlar ise jeopolitik konumu gereği üzerine yapışan ‘sınır’ hüviyetini taşımak zorunda kalmaya devam ediyor. Sınır hüviyeti nedeniyle aslında zor zamanlarda en sıkıntılı sürece şahit olmakla birlikte refah dönemlerinde de en bereketli günlerini yaşar Balkan coğrafyası. Bu ikircikli durum doğası gereği sürekli dalgalı bir grafik olarak ilerlerken insanların ilgisi de paralel bir şekilde dönemsel olarak azalıp artabiliyor.

Geçtiğimiz aylarda Slovenya Başbakanı  Janez Jansa’nın AB’ye gönderdiği iddia edilen ve Balkan coğrafyasını etnik temelli keskin sınırlara ayırmayı amaçlayan ‘non-paper’ isimli belge yine birçok toplum ve ülkenin ilgisini Balkanlarda toplamış durumda. Jansa’nın böyle bir belgeyi gönderdiğini inkâr etmesi belgenin asılsız olduğunu ortaya çıkarsa da irredentizm temelli çatışma ve gerilimlere neden olabilecek böylesine bir girişimin/dedikodunun yanlışlıkla veya amaçsızca ortaya atılmadığı açık bir şekilde anlaşıldı. Kimilerine göre bir kamuoyu yoklaması, kimilerine göre de Balkan coğrafyasında bulunan belirli ulus devletlerin, entitelerin yönetimdeki başarısızlıklarını örtmesi amacıyla non-paper vb. girişimler aslında Balkan ülkelerinin halihazırda alışık olduğu bir durum olarak değerlendiriliyor. Söz konusu bölücü ve çatışmacı fikriyatın asılsız olması nedeniyle unutulması da benzer şekilde sık sık yaşanan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Slovenya Başbakanı Janez Jansa

Gerilimlerin hangi amaca hizmet ettiğini anlamak ve bu gerilimlerin tarihsel arka planını inceleyip konjonktürel olarak doğru temeller üzerinde durabilmek için aktörler ve aktörlerin ait olduğu dönemde yaşanan hadiseler arası ilişkinin incelenmesi daha faydalı olacaktır diye düşünüyorum.  Bu yazımızda ise bizlere yardımcı olacak çok önemli bir isim var: İthal kurtarıcı, Yugoslavya’nın Kemâl Derviş’i MILAN PANIĆ.

Paniç’in Yugoslavya için konumunu ve rolünü anlamak, Avrupa ve ABD’nin Balkanlardaki stratejilerini analiz edebilmek adına önem arz ediyor. Yugoslavya için Paniç hikayesi başlamadan önce ülke coğrafyası özellikle Tito’nun ölümü ile sarsılmış ve Tito sonrası bir sistem arayışı içine girmişti. Tito tarafından sunulan ‘üst-Yugoslav’ kimliğinin Jorip Broz’un vücudunda hayat bulması neticesinde 4 Mayıs 1980’de bu üst kimliğin hayatı son buldu. Beklenmeyen bu son ile ortaya çıkan büyük otorite boşluğu şovenist milliyetçi kanatların ise deyim yerindeyse ağızlarının sularının akmasına neden olmuş ve ülkenin temellerine dinamit koyma hazırlıkları başlamıştı.

Josip Broz Tito

Özellikle Tito’nun ardında bıraktığı ve Bağlantısızlar’ın en güçlü temsilcisi Yugoslavya, tarafların kendi alt kültürlerinin diğer tüm ülke cumhuriyetlerinde mobilizasyonu içi büyük fırsat sunmaktaydı. Bu mobilizasyonun önündeki en önemli kıstas olan meşruiyet zeminin sağlanması için şovenistlerin sarıldığı belirli dayanak noktaları söz konusuydu. Kimileri Yugoslavya’da her zaman azınlık olduklarını haklarının gasp edildiğini öne sürerek bir mağduriyet bilinci ile meşruiyet zemini ararken kimileri ise ülkenin kurucu elitlerinin kendileri olduğunu ileri sürüyor ve kendi alt kültürlerinin hegemonyasını oluşturmayı hedefliyordu. Üstelik bu hedeflerin tarihsel mağduriet zemininde kabul görmesi için klerikalist bakış çerçevesinde ruhban sınıfının destekleri kazanılıyor ve halka mevcut destek arz ediliyordu.

Tüm gelişmelerin de sonucu olarak ülke içerisinde klientelist ilişkilerin artması ve güçlü, sanayici, Ortaçağ’ı andıran feodal beyliklerin oluşması söz konusu olmuştu. Dolayısıyla bölgesel olarak alt kültür çatışmaları kapitalizmin iktisadi hegemonyası üzerinden ve gündelik populist-politika stratejileri aracılığı ile sürüyordu. Ortaya çıkan tek ve en önemli olumsu sonuç ise milliyetçiliğin geriye döndürülemez şekilde ülkeyi parçalanmaya sürüklemesiydi. Böylesine geri döndürülemez bir sürecin ülkede hâlâ var ola gelen çok kültürlülüğün savunucusu entelijansiyanın acil bir receçete üretmesini tetiklemişti. Milan Panić ismi ise bu reçetenin başında geliyordu.

Milan Panić

Panić ismi, Belgrad’ta Milošević ve şovenist diğer milliyetçilere karşı düzenlenen 100.000 kişilik anti-milliyetçi gösteriler göz önüne alındığında oldukça uygun gözüküyordu. O dönemde Yugoslavya Cumhurbaşkanı olan Dobruca Ćosić’e iyi bir ortak olarak düşünülüp Yugoslavya Federal Başbakanı olarak ismi ön plana çıkıyordu. Panić esasında Sırp kökenli bir Yugoslavyalı olarak dünyaya gelmiş ancak ülkedeki rejimden rahatsız olarak 1956’da ülkenin milli bisikletçisiyken 1963’te ABD’ye kaçarak vatandaşlık almıştı. Bu yüzden de Yugoslavya’nın milliyetçi tabanı tarafından hiçbir zaman kabul görmedi ve vatan haini olarak yaftalandı. Ancak tüm bunlara rağmen bir kurtarıcı olarak yeniden ülkesine dönmesi bir tezat olarak gözükse de aslında Batıya karşı olan imajın düzeltilmesi adına bu duruma razı olundu. O dönemde Batının Yugoslavya’da bütünlüğü korumak istemesinin Balkan ülkelerinin politikalarını şekillendirmede etkili olduğu gözlemleniyor ve dikkat edildiğinde bu durumun da günümüzde geçerliliğini koruduğunu tespit etmek mümkün oluyor. Dolayısıyla non-paper belgelerinin içeriği tartışılırken Batı ekonomisinin Yugoslav pazarı içindeki payına bakılması önem arz ediyor.Bu konuya yazımızın ilerleyen bölümlerinde derinlemesine yer vereceğim.

Yugoslavya Federasyonu’nun Eski Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda en etiki yazarlarından olan Dobrıca Ćosić

Panić, ABD’de iktidar seçkinlerine yakın ilişkiler kurarak ABD’nin önemli biyo-kimya şirketlerinden birini kurmuş ve sayılı milyarderler arasına girmişti. Özellikle bu yönüyle Yugoslavya’da ekonominin kötülüleşmesi ve refahın kaybolması sonucu artan şovenist milliytçiliğe karşılık bir kurtarıcı olarak görülüyordu. Tüm bu gelişmeler Sırp-Amerikalı milyardere Yugoslavya Federal Başbakanlığı’nın yolunu açmıştı. Henüz göreve gelir gelmez tipik bir ABD’li siyasetçiler gibi davranarak ülkenin kurtuluşunun Pazar ekonomisi olduğunu vurgulamıştı.

Esas sorun olan milliyetçi kanadı bastırmak için ise ilk başta Milošević’e karşı koyduğu tavır gelecek dönemdeki politikalarını ortaya koyuyordu: Milošević, Sırbistan Cumhurbaşkanı, Yugoslavya Federasyonu’nun iç işleri beni ilgilendirir onu değil! Üstelik Yugoslavya’nın kurtarılması adına düzenlenen Londra Konferansı’nda Milošević’in sözünü kesip Yugoslavya’nın asıl liderinin kendisi olduğunu uluslararası arenada göstermesi şovenist milliyetçi kanatla gerilimin zirvesi olmuştu.

Slobodan Milošević

Özyönetimli sistemden dolayı parçalı yapıda olup örgütsel olarak kendi çıkarlarını düşünen farklı işçi gruplarının Milošević ve Vojislav Šešelj’e karşı etkin muhalefet oluşturamaması sonucu tepkisel olarak toplumdaki muhalif kesim Panić’in arkasında toplanmıştı. Yugoslaya’nın ithal liderinin ülkenin imajını uluslararası arenada koruması ve ülkeyi BM ile AGİK’e üye yapması karizmasını artıran diğer faktörler arasındaydı. Bu etkileyici siyasi karizması ile birlikte Bosna sorununa da eğilerek Bosna’nın bağımsızlığının tanınabileceğini dillendirmeye başlamıştı.

Radikal Sırp milliyetçisi Vojislav Šešelj’

Bu yükselişe rağmen ise Panić’in düşüşü çok hızlı bir şekilde gerçekleşmişti. İthal bir ülke lideri olması ve coğrafyanın tarihsel mirasından uzak kalıp bu mirasa üstten aşağılayıcı şekilde bakması Panić’in sonunu getirmişti. Zîrâ ithal liderin hesaba katmadığı bir durum söz konusuydu: Milošević ve Šešelj’e muhalif olan önemli Sırp önderlerin bile az da olsa kabarık bir milliyetçi damara sahip olması. Dolayısıyla Panić’in uluslararası arenada Avrupaya şirin gözükmek için ülkesindeki milliyetçi politikaları aşağılaması, Batıya verdiği tüm tavizlere rağmen Batı tarafından cezalandırılmaya engel olamaması, Sırplığın beşiği olan Kosova’da taviz vermeye hazır olduğunu dillendirmesi ve Karadžić gibi Sırp liderlere yönlendirdiği barbar etiketinin tüm Sırpları itham altında bırakması kendi sonunu getiren nedenler arasında gözüküyordu. Üstelik son darbeyi ise Bosna’dan almıştı.

Panić ‘Barışın Elçisi’ olarak nitelendiriliyordu.

Coğrafya’nın tarihsel ve kültürel değerlerinden uzak olması ve dolayısıyla da ülke siyasetinin dinamiklerinin bilincinde olmaması amatörce hatalar yapmasına neden olmuş ve önce Cenevre görüşmelerinde Alija’yı değil seküler isim olarak öne çıkan Adil Zulfikarpasić’i desteklemiş, daha sonra ise Bosna’nın konfederasyon şeklinde Sırbistan’a bağlanması gerektiğini vurgulayarak en önemli desteği olan Bosna’yı kaybetmişti. Desteğin kaybolması ile birlikte ithal lidere olan güvenin azalması sonucu çeşitli söylentiler de gün yüzüne çıkmaya başlıyordu. Kimileri Panić ile Milošević’in ortak olduğunu ve Panić’in sadece Milošević’e zaman kazandırdığını kimileri de Panić’in Yugoslavya’nın en büyük kimya sanayisi Galenika’nın %75 ortağı olduğunu vurgulayarak buradan Milošević’in partisi SSP’ye para akışı olduğunu belirtiyordu. Üstelik Kosova için somut adım atmayan ithal lider Arnavutların da desteğini kaybetmişti. Yine de bu durumu kabullenmeyerek Dobruca Ćosić’in bırakacağı Cumhurbaşkanlığı koltuğuna aday olmuş ancak seçimler tam anlamı ile sonunu getirmiş ve kaybetmişti.

Galenika Biyo-Kimya Fabrikası

Şovenizmin tehdidi altında yıkılmaya başlayan ülkenin ithal bir reçeteye dayanarak yeni dönem strateji ve hedeflerini belirlemesi uzun vadede coğrafya adına onarılamaz uluslararası gerilimlerin oluşmasına ve Yugoslavya idealinin sona ermesine yol açmıştı. Panić ve politikaları çerçevesinde incelendiğinde şovenist millyetçiliğin tetiklendiği ve ülkenin yönünü Batıya değil ‘Bizansa’ ve dolayısıyla pan-slavizme dönmesine zemin hazırladığı anlaşılmıştı. Üstelik 1991 sonrası Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte Batı bloğunun artık karşısında etkin bir güç kalmaması, bunalımlı coğrafyalara karşı kendini sorumlu hissetmemesine yol açmıştı ve dolayısıyla bölgede büyük bir güç boşluğunun oluşması uzun soluklu bir çatışma, gerilim ve savaş sürecinin yaşanmasına neden olmuştu.

Pan-slavizmi temsil eden bir karpostal

İthal lider Panić örneği esasında Balkan coğrafyasında gelecek dönem politikalarının nasıl oluşacağını ve bölgedeki istikrar unsurlarının neye dayandığını açıklıyor. Çünkü Panić sonrası güç kazanan milliyetçilik ve yaşanan yalnızlaşma yeni dönem politikalarının oluşumu için gereken altyapıyı sunuyor. Tüm bunlardan yola çıkarak non-paper vb. ayrılıkçı, gerilim ve çatışma doğurabilecek belge ve söylentilerinin bir karşılığının olup olmadığını anlamak adına dikkat edilmesi gereken iki noktayı bilmemiz gerekiyor:

Otorite Boşluğu: Balkan coğrafyası gerek Pazar payı gerekse jeopolitik konumu açısından önemli bir faktör olması nedeniyle küresel aktörlerin tarihsel süreç içerisinde politikalarının mobilizasyon sahası olarak ortaya çıkıyor. Bu çekişme dönemsel olarak Batı- Panslavzim(Rusya önderliğinde) arasında ve Avrupa-ABD arasında yaşanmaya devam ediyor. Panić örneğinde görüldüğü üzere ABD’nin bir siyasi uzantısı olarak ifade edilen ithal lider, bölgede ABD varlığını korumaya yönelik hareket etmiş ve isteyerek/istmeyerek Batı ile olan köprüleri atmıştı. Ancak sonraki dönemde George H.W. Bush’un ülke içi muhalefete daha fazla dayanamaması ve özellikle Körfez Savaşı’nda gereğinden fazla kaynak harcaması sonucu Balkan ve Bosna politikasında kendini minimalize etmesi bölgede otoriter boşluğu oluşturmuş ve kaosa neden olmuştu. Kısa bir süre sonra Balkanlarda etkinliğin Avrupa kanadını düşünen ABD’deki demokratlar Clinton’ın başkanlığı döneminde daha aktif bir Balkan siyaseti izlemiş ve ABD’nin Avrupa politikalarına öncülük etme ilkesine sıkı sıkıya bağlanmıştır.

Bill Clinton ve George H.W. Bush
  • Benzer dönemde de Gaulle’ün güçlü ve bağımsız Avrupa idealinden güç alan dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, Bosna’ya yaptığı ziyaret ile Balkanlardaki öncü rolü ABD’ye bırakmak istemediğini göstermiştir. Dolayısıyla emperyalist politikalar temelinde kurgulanan Balkan coğrafyasının gelecek dönemde yeni bir çatışmaya sürüklenip sürüklenmeyeceği emperyalist küresel güç aktörlerinin bölgede var olma adına verdikleri mücadeleye bağlı gözükmekte ve non-paper tarzı belgelerin geçerliliğini bu duruma bağlı kılmaktadır.
François Mitterrand

Pazar Payı: Kuramcı Samir Amin’in ortaya koyduğu şekilde 1992-1995 dönemi boyunca Bosna’da yaşanan trajedide Batılı devletlerin önleyici ve engelleyici rolü üstlenmemesi Balkan coğrafyasının yaşadığı kaos kaynaklı olduğu ve bu kaosun ise kapitalizmin bir deregülasyon sürecine yol açarak coğrafyanın yalnızlaştırılmaya itildiği ortaya çıkmaktadır. Mevcut bunalımın çözülmesi değil uzaktan idare edilmesinin temelinde ise yeni pazar paylarının belirlenmesinde uzlaşmaya varılamaması kaynaklı olduğu tespit edilmektedir. Bu durumu kanıtlar nitelikteki iki önemli etmen dikkate alınmalıdır:

Birincisi, Almanya’ın Yugoslav İç Savaşı öncesi tekstil üretiminde fason üretiminin 1/3’inin Yugoslavya’da olması pazar payını öne çıkartması, ikincisi ise AB’nin Batı Balkan Ülkelerine 2000 yılında başlattığı otonom ticaret tercihleri 2005’te ve 2011’de 2015’e kadar sürecek şekilde yenilenmesidir. Bu tercih sistemi, AB’ye yapılan hemen hemen bütün ihracatın gümrük tarifesi veya miktar kısıtlamasından muaf olmasını sağlamaktadır. Böylelikle Batı Balkanların AB’ye ihracatını önemli ölçüde artırmış, 2013’de AB, bölgenin en büyük ticari partneri haline gelmiştir(İthalatta % 73, ihracatta % 80,1’lik paya sahiptir). Bu Ülkelerin, AB’nin dış ticaretindeki paylarına bakıldığında (2014): AB’nin ithalatı 15 milyar €, ihracatı 23,3 miyar €’dur. AB dış ticaretindeki payları % 1,4’tür. AB’nin ithalatında % 1, ihracatında % 1,4’lük bir paya sahiptirler. Dolayısıyla gelecek dönemde verilerle ortaya konan güçlü pazarın bozulmaya uğraması söz konusu olmadığı takdirde non-paper vb. belgeler sadece günümüz populist-siyasi akımlarına hizmet edecektir.

SONUÇ

Şovenist millietçiliğin etkileri altında Avrupa’da bir gerilim ve savaş sürecinin başlaması ithal bir liderin izlediği politikaların etkisi altında gelişmiştir. Ancak söz konusu edilen kaosun oluşmasının yapı taşlarından sadece bir tanesini temsil eden Panić’in esas rolünü ve ifade ettiği anlamını analiz etmenin Balkan ve Bosna coğrafyasının gelecek dönemde hangi politikaların konusu olacağını açıklıyor. Gündelik ve popuplist söylemlerin yalnızca çözülmesi gereken esas meseleleri politik düzlemde ötelemesi ve unutturması, non-paper örneğinde de bir kez daha anlaşılıyor. Panić’in politikalarından çıkarılması gereken sonuç yalnızca siyasi liderlerin yabancısı olduğu siyasi/kültürel coğrafya üzerindeki strateji ve hedefleri doğrultusunda değerlendirilmemeli. Bölgede olası bir kaosu tetikleyecek söylemlerin karşılık bulmaması adına kaosun oluşmasını önleyici ve engelleyici tedbirlerin korunması adına geçmiş tecrübelerin ve tecrübelerin meydana getirdiği denge politikalarının daha iyi anlaşılması gerekiyor.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:

https://ec.europa.eu/trade/index_en.htm

– Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası Bosna Hersek – Tanıl Bora

– Avrupa Birliği, Türkiye ve Balkan Ülkeleri Ticaret İlişkileri – Selma Aytüre, Ömer Berki

– Bosnalılar – Velibor Čolić

Yorum bırakın